Deyimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deyimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2014

Darısı Başıma / Başına Sözcüğü Nereden Gelir ?


Genellikle evlilik törenlerinde duymaya alışık olduğumuz bu sözün kaynağı aslında Anadolu’ya dayanırmış.


Orta Asya ve Anadolu’nun eski bir geleneği, damatla gelinin üzerine şans –bereket- mutluluk getirsin diye darı ve buğday atılırmış.

Zaman içinde “darısı başına” ya da “darısı başıma” şeklinde söz kullanılmaya başlanmış.


Diğer sosyal ağlardan beni takip etmek isterseniz;

17 Ocak 2011

SU KÜÇÜĞÜN, SÖZ BÜYÜĞÜN MÜ ?

sus kucugun soz buyugun

Sıkça duyduğumuz ya da kullandığımız “Su küçüğün, söz büyüğün” atasözünün doğru kullanımı “Sus küçüğün, Söz büyüğündür.”

Geleneklerimizde büyüğe gösterilen saygıyı vurgulamak amacıyla kullanılan söz, “Büyükler konuştuğu zaman, küçükler saygı gösterip dinlemelidir" manasındadır…


foto.knuttz

01 Ekim 2010

BOYKOT KELİMESİNİN BİLİNMEYEN ÖYKÜSÜ…

İrlanda’nın Mayo kentinde yaşayan Kont Erne, arazilerinin idari işlerini ordudan emekli bir subaya verir.Prensipli kişiliği ile tanınan Charles Cunningham Boycott kısa sürede işleri yoluna koyar.

1875 yılında iyi ürün alınmadığı için bölgede kıtlık baş gösterir.Bunun üzerine Toprak Birliği arazi kiralarının %25 oranında indirilmesi gerektiğini bildirir.Çünkü gerek çiftçi gerekse işçiler bu durumdan olumsuz etkilenmeye başlamışlardır…

En başta kontun emrinde çalışan Charles Boycott bu duruma karşı çıkar ve mahkemeye başvurur.Toprak birliği başkanı ise, kirayı düşürmeyen zengin toprak sahiplerinin “arazilerini kiralamayın ! onları bu şekilde protesto edin” diye kiracılara, aynı zamanda işçilere de çağrı yapar…

İlk sırada bu durumdan taviz vermeyen Charles Boycott’un ilgilendiği araziler ve çiftlikler protesto edilir. Kentten işçi getirmek zorunda kalan ve maliyetleri gittikçe artan Charles Boycott , bir süre sonra pes eder ve aldığı işi bırakır…

Charles Cunningham Boycott’a karşı yapılan bu toplu tepki hareketi, onun soyadından yola çıkarak “Boykot” olarak tarihe geçer...

yararlanılan kaynak. Songül Saydam-Evrensel Kültür

09 Temmuz 2010

İLGİNÇ KULLANIMIYLA “ÇİLİNGİR SOFRASI “DEYİMİ…

Hadi kapıda kaldık işin uzmanı çilingiri çağırdık kapıyı açtık zaten onun işi bu…

İyi de benim gibi Türkçemizde kullanılan şekliyle çilingirin sofrada işi ne? derseniz kaynakların aktardığı mantıklı bir açıklamayla karşılaşıcaksınız demektir…

Deyimin kökeni Osmanlı dönemine dayanıyor.Padişahlara hazırlanan yemekler güvenlik nedeniyle önce “ Çeşnigir “ adı verilen tadımcı kişilere yedirilirmiş…

Büyük bir tepsiye hazırlanan yiyecekler padişahın huzuruna çıkarılır, tek tek kontrol edildikten sonra yemeye geçilirmiş.Buradan yola çıkarak tepsiye “ Çeşnigir Sofrası “ adı verilmiş…

Daha sonraları kullanımı biraz daha değişmiş. Sofralara alkolünde eklenmesiyle sohbetler derinleşmiş,kişiler alkolün etkisiyle dertlerini açmış anlatılmayacak mevzular daha bir rahat anlatılır olmuş....

Zaman içinde çeşnigir sofrası “ çilingir sofrası “ şeklinde söylenmeye başlamış…



kynk. kynk. foto.

10 Haziran 2010

“ ARKADAŞ ” YA DA İLK HALİYLE “ ARKA TAŞ ” KELİMESİ…

Ortaasya’daki Türkler savaş sırasında okla nişan alırken, arkalarından gelebilecek tehlikeleri önlemek içinde sırtlarını önceden bu amaçla yerleştirilmiş taşlara dayarlarmış…

Bu taşa “arka taş” ya da Azeri söyleniş şekliyle “arka daş” olarak isim verilmiş…

Zaman içinde bu kelime,insanın arkasını yaslayıp güven duyduğu ve olabilecek kötülüklerden koruyacağı “dost” kavramıyla özdeşleştirilmiş ve Türkçe’de aynı anlama sahip olarak kullanılmaya başlamış…

* bunu sevdim ve anlatmak istedim. :))


Photobucket


kynk.Sedefhan Oğuz
foto.knuttz

15 Mayıs 2010

BİBLİYOFİL OLMAK YA DA OLMAMAK…


Yıllar sonra ilk karşılaşmamız…Sıkıca sarıldı Selma teyze.”Nasılsın? Neler yapıyorsun?” diye sordu.

“Peki halâ kitap okuyormusun ?” bütün çocuklar sokakta oynarken,sen kaldırıma oturur bulduğun gazete sayfasını okurdun.”diye devam etti.
Şaşırdım, oysa hoplayıp zıplayan,olmadık yerlere tırmanıp ordan oraya koşturan bir çocukluk geçirdiğimi düşünürdüm.

Evet tüm hızıyla okumaya devam ediyorum.Ama her şeyi değil tabi sadece ilgimi çekenleri

Sonradan olmuyor bu iş, bazı arkadaşlar başaramadıklarını okurken sıkıldıklarını anlatıyorlar.Olabilir…

Bu arada hafta içi girdiğim sınavın sorularından biriydi, bibliyofil (bibliophile) …
Daha önce kullanmadığım bir kelime,gerçi yazı dili dışında lazım olucak gibi durmuyor.Yunanca biblion(kitap) kelimesinden türemiş.Okuma düşkünü,kitapsever anlamında.
Evet kitapları seviyorum ama bibliyofil tanımlamasına tam anlamıyla uyduğumu sanmıyorum…


~~~~

diğer benzer kelimeler,
Bibliyoman: hastalık derecesinde kitap düşkünü,
Bibliyotek: Kitaplık
Bibliyofobi:Kitap korkusu

11 Mayıs 2010

GÜLÜMSEYİN ÇEKİYORUM…

Emrivaki yapılarak bir kursa kayıt olunur mu? Oldu işte.Detaylara girmeyeyim gülersiniz sonra…
Diksiyon dersine yazıldık üç arkadaş… :))
Hoca derseniz enteresan bir bayan…
Dersin sonunda güzel konuşma, mimikleri iyi,sözcükleri doğru kullanabilme konusunda öğrenciler kafalarına takılan soruları soruyor o da cevaplıyor…
Sıra bana geldi...
“Yabancıların fotoğraf çekerken kullandıkları “cheese“ kelimesine karşılık bizim neden “gülümseyin ve peynirrrr deyin” dediğimizi, normal şartlarda peynir kelimesinin telaffuzunda ağzımızın aldığı şeklin gülümseme ifadesi olmadığını anlattığımda, “haklısın”dedi ve bunu daha önce hiç düşünmediğini söyledi.
Ama öyle…
Biz eskiden fotoğraf çekerken ne derdik??
Sadece ”Gülümseyinn,çekiyorummm…”

Photobucket

05 Mayıs 2010

GÜNLERİN İSİM KAYNAĞI…

Mehmet Ali beyin annesi Azeri kökenliymiş…
”Her günün bir ertesi var.Cuma-Cumartesi , Pazar- Pazartesi,Çarşamba-Perşembe bir tek Salı gününün eşi yok.O yüzden annemler Salı gününe “tek” derlerdi.Mesela günlerden ne diye sorardık ”tek” şeklinde cevap verirdi.” diye anlatıyor bizlere…
Tabi sohbetin konusu Tamer Korugan’ın kitabında anlatılan gün isimlerinin kaynağı...

Bilinenin aksine hiçbiri Türkçe değil.


Photobucket

Yedi günü temsilen kullandığımız “hafta” sözcüğü Farsça’daki yedi sayısından gelmekte ve “heft” ya da “hefte” şeklinde söylenmekteymiş…
Her ne kadar Pazartesi bizim için haftanın ilk günü olarak kabul edilse de,adlandırma yapılırken ilk gün Pazar olarak alınmış…

Pazar, Farsça’daki “yemek yenen yer” anlamında “ba” =yemek, “zar”= yer sözcüklerinden oluşmuş.
Pazartesi, “ba-zar” kelimesine yine Farsça’daki “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle “pazardan sonraki” anlamında kullanılmaya başlamış…
Haftanın üçüncü günü olması nedeniyle İbranice’deki “üçüncü“ kelimesine karşılık gelen Salı sözcüğü…
Farsça’daki dördüncü gün manasına gelen “cehar şenbe” yani Çarşamba,devamında Farsça’daki beşinci gün manasına gelen “penç şenbe” yani Perşembe kullanılmış…
Cuma, Arapça’daki “toplama,toplanma” anlamından yola çıkılarak ve son olarak Cumartesi tıpkı Pazartesi kelimesinde olduğu gibi “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle oluşturulmuş ve bu kullanım dilimize yerleşmiş…
Photobucket

24 Ocak 2010

ATEŞ PAHASI…

Kanuni Sultan Süleyman adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkar, çıkar çıkmasına da ani bir yağmur bastırır iliklilerine kadar ıslanırlar…
Titrer vaziyette karşılarına ilk çıkan kulübeye sığınırlar,ısınmak istediklerini söyler Kanuni kendini tanıtmadan…
Güzelce bir ateş yakan çoban kim olduğunu bilmeden ısınmalarını sağlar ateşi aynı ısıda tutarak…
Sultan Süleyman ısınıp neşesi yerine gelince “Bu ateş yüz altına değer” diye bir laf söyler.Kıyafetleri kuruyup, gitmeye hazırlanırken teşekkür için çobana üç altın uzatır…
Çoban elindeki altına bakarak dudak büker, her hallerinden durumları iyiyken adamlar neden üç altın vermiştir?
“Beyim “der, “Biraz önce ateşe yüz altın değer biçmişken ,bari biçtiğiniz değeri verin.”
Hiç ateşe yüz altın verilir mi? Ama Kanuni söylediği söze karşılık çobana yüz altını verir...

İşte “ateş pahası” deyimi bu olaydan sonra kullanılmaya başlar…


Photobucket

**Artık 10’ların 20’lerin adı var her şey ateş pahası birazda üşümemize nedendir eldeki mevcutla bir şeyler alalım dedik hayır amaçlı.Kısa sürer diye alelacele çıktık yok aradığımız şeyleri bulamadık üç bayan…
Hayatımda nadir üşüme anlarından biridir üstelik daha Ankara’ya kar gelmemişken.Öyle üşüdüm ki kaloriferin başında saatlerce titredim bir yandan bu olayı hatırladım,bir yandan kaleme aldım…

27 Aralık 2009

KAHVE ALTI

Çocukluğumda yazları mutlaka İstanbul’a gider teyzemlerde bir süre kalırdım…Tatilde olmama rağmen çok erken kalktığımı günü dolu dolu yaşadığımı hatırlıyorum.Teyzem ise yoğun çalışma hayatına rağmen hazırladığı kahvaltıya mutlaka çorba ile başlar, mide için bunun yararlı olduğunu söylerdi. Ben ise alışık olmadığım için istemez, ısrarlar karşısında mecburen içmek zorunda kalırdım.:((
Kahvaltıda çorba içmek Osmanlı’dan kalan bir gelenek ancak dedim ya baştan nasıl alışılırsa öyle gidiyor ben bir türlü sevemedim…
Buna karşın yine o zamanlardan kalan bir kültür olan sabah kahvesini severim.Zaten kahvaltıyı “kahvaltı” yapan bu “kahvedir”…
Güne başlar başlamaz hemen herkesin telaffuz ettiği bu kelime, o yıllarda yani Osmanlı’da içilen kahve öncesi mideye zarar vermemek için yenilen hafif yiyeceklere “kahve alti” denilerek ilk şeklini almış.Zaman içinde “e” harfinin düşmesiyle kelime “Kahvaltı”ya dönüşmüş…

Şimdi yorucu geçen bir haftaya ödül olarak güzel bir kahvaltı planlıyorum ve herkesin güzel bir haftasonu geçirmesini diliyorum…

16 Eylül 2009

KIRK YILLIK KANİ NASIL YANİ ?

Dileklerinizin gerçeklemesi koşuluyla değişmeniz istense değişirmiydiniz? Vatanınızı ,dilinizi ya da dininizi değiştirmeniz istense, tıpkı Ebubekir Kani Efendi ‘nin başına geldiği gibi…
Ondan dinini değiştirmesini istediler kabul etti ama yalandan…
Kırklı yaşlarının sonlarına yaklaşan ve kendisini ilme adamış bir şairdi üstelik dinine gösterdiği özenle bilinirdi…

Devlet görevinde olduğu Limni adasında Rum Despina’yı görene kadar her şey yolundaydı onun için…
Despina ile evlenmenin koşulunu papaz olan babası koydu.Hristiyan olursa sorun yoktu.Kızın aşkından divane olan Kani Efendi kabul etti dedik yaa yalandan da olsa…
Aile habersiz vaftiz töreni hazırladığında ise çok bozuldu, törenin sonunda kendisine Rumca’da çok kullanılan “Yanni” ismi bile verildi…
Kani artık olmuştu “Yanni” ama bunun karşılığını vermeliydi…
Evlendiler…Her şey yolunda giderken birgün evlerinde davet verdiler kızın ailesi ve akrabalar için.Hristiyanların et yemediği kutsal sayılan günlerin birinde…
masa donatıldı,et,balık ne varsa…
Aile masayı görünce şaşırdı,”Bilmez misin biz bu özel günlerde perhiz yaparız, et yemeyiz yasaktır ,yersek günaha gireriz,sende artık hristiyan oldun bilmen gerekir “dediklerinde Ebubekir Kani Efendi işte o meşhur sözünü söyledi…
“ İlahi …Kırk yıllık Kani,olur mu hiç Yanni ?”

*** Sözün aslının “Kırk yıllık Kani,olur mu Yanni ” olduğu bilinmektedir.Zaman içinde “Yanni” “yani“ olarak kullanılmaya devam etmiştir…

foto.
kynk.

09 Eylül 2009

“ANGUT “ GÜZEL BİR KUŞTUR ASLINDA…

Hani bizde anlam itibariyle argo bir kelime olarak kullanılır “Angut “ ama gerçekte evcilleştirilebilen bir ördek türüdür…
Argoya dönüşmesi ise bir benzetmeden ibarettir…
Bu kuş türü yere iniş yapacağı zaman rüzgarı arkasına alır ve yuvarlanarak inişini tamamlar.İşte bu hareketten yola çıkarak yapılan benzetme dilimizde “Angutluk” olarak nitelendirilir…
Yine Angut kuşlarının eşleri öldüğünde ,gözlerini ayırmaksızın eşine baktığı ve bir nevi yas tuttuğu söylenir.Burada ki benzetme ise hepimizin tahmin edeceği gibi ”angut gibi bakma yüzüme “ şeklindedir…


*************************************************************************

18 Ağustos 2009

NEDEN “KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL” ???

Konuşma esnasında anlatımı renklendirmek ya da gücünü artırmak adına deyimlere başvururuz, bazıları mantık dışı olsa bile…Mesela ”Gözüne girmek” ya da “etekleri zil çalmak” gibi.Aslında o kadar çok ki nedeni veya nereden geldiğini bilmeden kullandığımız deyimler…
”Kazın ayağı öyle değil”i seçtim ben birkaç haftadır kullanır oldum.”Hayır o konu senin bildiğin –söylediğin gibi değil” anlamında…
Kaynaklar kökeninin Arapça “kazaya”dan gelmekte olduğunu söylüyor.Kazaya “kaziye”nin çoğulu…Anlamı iş,konu,sorun demek.
Deyimin orjinali “Kazaya öyle değil” iken, zaman içinde ses yapısına uygun olarak “kazın ayağı öyle değil” şeklinde değişerek dilimize yerleşmiş…
***************************************************************
kynk.
bunu da okumanızı tavsiye ederim…

01 Ağustos 2009

NEDEN “PİSİ PİSİNE NİYAZİ” ?

Anneanne Müveddet’in evi ile ilgili tapu işlemleri bugünlerde ailemizin gündeminde.
Amcalarım ve babam tapu devrini alabilmek için koşuşturmakta.
Bahane bu ya sık sık bir araya gelen kardeşler bütün bir senenin acısını sohbetlerle çıkartmakta.

Söz uzadı döndü dolaştı babaannemin dedesi Ahmet Efendiye kadar geldi…

Anneannem bana anlatmıştı dedi en büyük amcam "babası Ahmet Efendiyle Resneli Niyazi’nin tanışmalarını..."

Anlattılar,anlattılar.Vâkıf olamadım dayanamadım sordum
– Resneli Niyazi kim amca ?
-- Niyazi hani derler ya “Pisi pisine Niyazi” işte o…


İttihat ve Terakki üyesi yani padişahlık yönetimine karşı çıkmış JönTürk’lerden biri,Makedonya’nın Resne kasabasında doğduğu için “Resneli” diye anılmakta.


Türk Yunan harbinde başarılar gösteren halk kahramanlarından biri.

1913 yılında Arnavutluk’tan İstanbul’a gelmek üzereyken Avlonya limanında suikaste kurban gidiyor…
Ölüm şekli ve sebebinin karanlıkta kalması nedeniyle "Ne Şehittir Ne de Gazi, Pisi Pisine Gitti Niyazi" deyimiyle Türk lugatına girmiş kişi…” dedi.

24 Nisan 2009

SÖZÜN KAYNAĞI…

İnsanların farelerden adım atamayacak hale geldiği bir köyde kendisini fare avcısı olarak tanıtan biri ,belli ücret karşılığında köyü farelerden kurtaracağını söyler.Bunun üzerine tüm köy seferber olur ve avcı ile anlaşır.Etkili müziği sayesinde bütün fareleri peşine takan avcı en yakın dereye girer bu sayede farelerin boğulmasını sağlar.

Onun aylarca uğraşacağını sanan köylüler çözümün bu kadar basit olduğunu görünce anlaşılan ücreti avcıya ödemez.Bunun üzerine aldatıldığını düşünen avcı köydeki çocukları çaldığı melodi ile toplar hep birlikte köyden çıkıp giderler…

Çocukken hepimizin okuduğu ya da duyduğu bir masal “Fareli Köyün Kavalcısı” hatırladığım kadarıyla özeti bu şekildeydi…

Yapılan araştırmalar farelerin zehirden daha çok sudan korktuğunu ortaya koymuş.Yuvalarına az da olsa su girince kaçacak başka delik aramalarının nedeni işte buymuş...

Aslında suda yüzebilirler,fakat korkudan düz bir şekilde değil,sürekli kendi etrafında dönerek yüzme eyleminde bulunuyor, bir süre sonra korku ve gerginliğin etkisiyle yorulup boğuluyorlar.

Mesela gemilerin ambarlarında alışılmışın dışında su birikintisi gören fareler hemen bir yol bulup dışarı çıkmaya çalışır.Çünkü suyun dahada yükseleceğini ve bununda boğulmayla neticeleneceğini kendinden önceki kuşaklardan öğrenmişler.
“Batan gemiyi önce fareler terk eder.” sözü işte buradan geliyor…

******************************************************************


yararlanılan kynk.başkent üniv.yayınları

13 Şubat 2009

NEDEN TİMSAH GÖZYAŞI DENİR???

Karşımda “timsah gözyaşları dökme” deriz.Hareketlerinde samimiyet görmediğimiz,yalandan üzüldüğüne inandığımız kişiler için kullandığımız bir deyim…Gerçekten timsah gözyaşı döker mi? Ya da neden böyle söylenir??
Timsahlar avını yerken ,ağız kısmını çokça açtıklarında gözlerinden bir sıvı salgılar…Onun için doğal bir hareket olmasına rağmen sanki ağlıyormuş gibi bir görünüm kazanır.

İşte burdan yola çıkarak üzgün olmadığı halde üzülüyormuş gibi yapan insanlar için bu deyim kullanılmaya başlamış…
kynk.



*Bu yazım kaynak gösterilmeden aşağıdaki adreslerde de kopyalanmış halde yayınlanmaktadır*

ravzayahasret
hayatımdeğişti.com

05 Ocak 2009

" Bir Baltaya Sap Olmak "Deyiminin Öyküsü...

Osmanlı zamanında ahşap gövdeli yük gemileri kıyıya yaklaşırken, boğazında çeşitli renklerde flar olan adamlar ellerinde baltalarıyla hazır bekler konuma geçermiş.

Her biri başka başka grubun lideri olan adamlar boyunlarından çıkardıkları flarları baltaya bağlar, iskele tarafından kıyıya yaklaşan geminin üzerinde ekmek tahtasına benzer bölüme baltaları ile nişan alırlarmış.

İşte o ekmek tahtasına baltasını ilk saplayan adam o gün gemideki yükü indirmeye hak kazanırmış.Tabi ekibiyle birlikte…
Bugünün tabiriyle hamallık yaparak ekmek paralarını kazanan bu kişiler liderlerini kendi seçermiş ki balta gemiye isabet etsinde yükü indiren ekip içinde olayım diye…

Baltayı isabet ettiremeyip düşüren kişi ve ekibide para kazanamayınca , dilden dile “ Bir baltaya sap olamadın” ya da “olamadım” denmeye başlanmış…


*Bununla ilgili bir kaynak söyleyemiyorum çünkü babamlarla yaptığım bir sohbette dinledim.

Bknz. Bir baltaya sap olmak , Bir baltaya sap olmak (2)